hiç kimsesiz değilse de sensizim!

ışığı vuruyor pencereme
gökyüzü kol-kanat germiş yıldızlara
rüzgar bir bir kaldırmış önlerindeki engelleri
gece en az hava kadar tertemiz.

sen yoksun ve ben
hiç kimsesiz değilse de sensizim!
nedense
böyle gecelerde yakıyor
yüreğimi özlemin
böyle gecelerde yeniden başlıyorum
gündüzleri bıraktığım sigaraya...

bir bardak demli çay kağıt kalem
ve karşımda sensiz bir günü daha
savuşturan şehirle baş başa kalıyorum...

acı katlanılmaz
saatler geçmez sansam da
nihayetinde böyle geceler de
varıyor sabaha...

rüzgar asi değil
aksine tatlı tatlı esiyor
ortalık sessiz
inadına güzelken her şey
deli oluyorum böyle gecelerde
yüreğime çöreklenen hüzne...

sonra acının kaçarak değil
çekerek biteceğini anlatıyorum kendime;
sevmenin bir bedeli olduğunu fark ediyorum yeniden
severken ödeyeceğimi hiç düşünmediğim...

her gün eksilerek yaşadığımı sanırken
meğer giderek büyütüyormuşum içimdeki seni
böyle gecelerde anlıyorum...

düşlerde rahatlayıp
dönüşlerde efkarlandığım böyle gecelerde
haykırıyorum şehre bakıp:
"ey sesini duyup elini tutamadığım hala yüreğimdesin!"

zaman zaman şaşırıyorum kendime
geride kalanın sen olmadığına sevindiğimde...
yaşamaktan hoşlandığım için değil
hayat güzel olsa da
onu sensiz yaşamak istemiyorum aslında
tadını alamıyorum hiçbir şeyin...

tesellisi bile kalmadı
ne şarkıların ne sazların...
sensiz seyrettiğim yıldızlar bile parlak değil...
sensiz çıktığım yolculuklar uzun
yaşadığım sevinçler kısa...

işte bu yüzden
memnunum geride kalmadığına
böyle acı çekmeni istemezdim hiç!
belki de yanılıyorumdur
belki sen benden daha güçlü
daha cesur çıkardın.

bilirdin benden sonra
hayata küsmeni istemediğimi...
en çok gülümsemeni sevdiğimi hatırlardın...
sense benim en çok hüznümü severdin.

gittiğin günden beri
ıslak bir elbise gibi yapışıp kaldı bedenime
çıkarıp atamadığım!

One way ticket!

Gece bilmem saat kaç. Bilgisayar başında Joe Jonese'ı okuyorum saatlerdir. Kulağımda kulaklık var. Ama ses yok. Müzik durmuş, kulaklık kulağımda kalmış. Alkol almadım ama kafam güzel olmuş. Derken bir melodi geliyor uzaklardan. Acaba diyorum bilgisayarda bi web sayfası açık kaldı da oradan mı geliyor bu titrek ses? Çünkü gece bilmem saat kaç. İn cin top oynamalı alman kale. Ama bi ipnelik var işte işin içinde. Ve sonra nedense açık olan camdan dışarı bakmak geldi aklıma. Ve kulaklığı çıkarmak. Aynı hayal ettiğim gibi dışardaki manzara. Elektrik direklerinden sarkan ipler bir sağa bir sola uçuşuyor. Normalde bomboş olması lazım ama yolun kenarında bir araba duruyor. Farları açık, keza motoru da. Ve gece bilmem saat kaç. Ses ise gündüz gibi, güneş gibi en tepede, yankılanıyor boş caddede. Ve öyle alalade duymaya alışkın değilim one way ticket'ı. Bu saatte çalıyorsa hem de kapımın önünde vardır bir hayrı dedim kapadım camı sigaram bitince. Ve şimdi sabah oldu! Bir sigara sonra uykuya dalacağım. Ama ne ses ne de araba var caddede. Bir ben kaldım yine, kendi playlist'imle...

Bir pazar sabahı yine aklımda sen!

Hatırlıyorum sabah evden sessizce gidişlerini. Sırf ben uyanmayayım diye parmak uçlarına basarak yürüyüşünü. Ama her seferinde tam çıkmadan yetişirdim sana. Hüznün ve sevincin birbirine karıştığı anlardı benim için. Bir yandan ''beni almadan nasıl gider?'' bir yandan da ''ama yakaladım onu oleeey!'' derdim içimden. Pazar sabahları tam bir bilmeceydi benim için. Ya çok erken kalkıp çizgi film izleme telaşına düşerdim sen uyuyo olurdun yatağında ya da çok erken kalkardım ama hevesim olmazdı çizgi filmlere çünkü sen evde olmazdın. Sen varsan zevk alırdım çizgi filmlerden. Ve sen varken pazar günleri gazete kağıtlarından uçak yapardım. Sen varken seni izlerdim teybe koyduğun kasetten gelen melodiler eşliğinde. Kaleye geçip şutlarımı bilerek tutmazken, spiker olurdun hayatımın en güzel sesiyle... ''Ve işte top şimdi burakta... Kaleciyle karşı karşıya... Fenerbahçe tribünleri ayakta... Burak vuruyorrr ve gooolll!!'' derdin ve sonra ''gel lan buraya!' diye peşimden koşar benim o gol sevincimi yarıda keser, yakalayıp öperdin yanaklarımdan... Ulan ne güzelde kokardın be. Bazı geceler yanına yatardım anneme çaktırmadan. Ve hep denk getirirdim yan yatışlarını... Çünkü bir kolun hep üzerine yatmalık olur ve hep koklamalık olurdu yanakların... Sigara içirmezdim sana arabada. İçmek için yalvarırdın ve en sonunda izin verirdim sana. Ama bir şartla! Külünü camdan dökeceksin o zaman derdim. Çaresiz kabul ederdin. İkimizin ve yani hepimizin olan bu metal yığınını sahiplenişime hayran olurdun. Hoşuna giderdi arabanın her tarafını silmelerim. Gülerdin hep çünkü zaten tertemizdi sildiklerim. Bana bisiklet almamak için dondurmalar alırdın. Korkardın çünkü, endişe ederdin. Ve her akşam gofret getirirdin. Büyülenirdim sanki. Yemeği bekleyemez hemen yerdim. Çünkü o gofret aramızdaki bağdı benim için. Yemezsem kan pompalamaycaktı sanki bir daha kalbim. Kızdığında bana daha çok severdim seni. Ve çünkü hep haklıydın. Her zaman doğruyu yaptığının farkındaydın. Senden öğrendim hayatı. Ve hep bende bulurdun kabahatı. Böyle böyle öğrendim ben doğruyla, yanlışı. Bıyıklarını kestiğin zaman bir yabancı olurdun. Ve sonra kendi kendine ''ulan kesmeseydim keşke!'' derdin. Bilirdin çünkü bıyık sana çok yakışırdı. Ve hatta bıyık, bir insana bu kadar yakışırdı. Bıkardın senden para istememden. Abur cubur yememi istemezdin. ama dayanamayıp bakkala hesap açtırırdın. Sen ye oğlum, ben akşam veririm derdin. Ulan çok yufka yürekliydin be. Ablama dayanamazdın. O hasta olurdu. Doktor yirmi iğne yazardı. Sen yirmi yıl daha yaşlanırdın üzüntüden. Kıyamazdın bizlere. Tiyatroya götürür. Bak işte bu en sevdiğim derdin. Sonra uyurdun daha yarım saat geçmeden. Hatırlatıncada ''ben gözlerimi dinlendirip, bir yandan da dinliyordum!'' derdin. Gülerdik sana. Şarkılara eşlik etmezdin pek. Ama ''riv riv riv'' diye bir melodi olurdu dudaklarında. Ve ulan ne kadar sempatik gelirdi kulağa. Bir başkaydı senle geçen on yılım. Ulan gittin be kalbimden. Bıraktın beni yarım. Unutamadım seni ama sana değil be baba ben kadere kızgınım!